İLK YERLEŞİMLER (NEOLİTİK YERLEŞİMLER) VE KENTLER
Neolitik yerleşimlerin oluşumunu ve özellikleri
İnsanlığın milyonlarca yıllık bir yaşam öyküsü vardır. Uygarlık bu uzun süreç içinde
yaşanan deneyim ve arayışların birikimiyle biçimlenmiştir. Ancak kültürü oluşturan
öğelerin gelişmek yerine değiştiği, yani nicel birikimlerim niteliksel dönüşüme
uğradığı dönemler de vardır. Böylesi dönemlerde yeni arayışlar ve yeni çözümlerin
etkisiyle hızlı değişimler gerçekleşir. İnsanlık tarihinin görece erken tarihlerindeki
bu hızlı değişimlerin binlerce yıl sürdüğünü de belirtmek gerekir. Bir milyon
yıldan fazla süren gezginci ve toplayıcı yaşam tarzından Neolitik Dönem’de
yerleşik yaşama geçmek, bugünden yarına gerçekleşen bir durum olamazdı. Önceki
dönemlerin yavaş ilerleyen değişimlerine göre, Neolitik Dönem’de çok hızlı
bir biçimde kültürleşme, siyasallaşma ve kurumsallaşma süreci görülür. Toplumsal
ilişkilerden ekonomiye, mimarlıktan teknolojiye kadar kültürü oluşturan öğeler
değişerek yeni bir toplumsal yapı oluşmuştur (Özdoğan, 1996, s. 19). Gordon
Childe Neolitik dönemde gerçekleşen bu hızlı değişim ve dönüşüme “Neolitik
Devrim” olarak adlandırır.
Günümüz iklim koşulları 14 bin yıl kadar önce oluşmaya başlamış, insanlar
mevcut teknolojileri ile doğal çevreye uyum sağlamaya çalışmışlardır. Kimi bölgelerde
su ürünleri, balıkçılık önem kazanmış, kimi yerlerde de yabanıl bitki ve yemişler
insanların beslenmesinde önemli olmuştur. Beslenme kültüründe oluşan bu
değişim önceleri mevsimlik, sonraları aynı yerde kalıcı yerleşmelerin kurulmasına
olanak vermiştir. Bu türde yerleşmeler dünyanın hemen her yerinde görülmektedir.
Ancak aynı süreç içinde Anadolu’yu da içine alan Yakın Doğu’da diğer yerlerden
farklı bir yaşam modeli, gerçek anlamıyla köy olarak tanımlayabileceğimiz bir
yerleşme türü ortaya çıkmıştır. Bu yerleşimlerin diğer yerleşimlerden farklılaşan üç
özelliği verilebilir:
1. Bu yerleşimlerin sosyal yapıları ile ilerleyen dönemlerde kent-devlet oluşturma
potansiyelleri vardır.
2. Yerleşimlerin yapısı sadece işlevsel açıdan değil toplumsal statü açısından
da belli özellikler gösterir.
3. Kült (din; tapınmayla ilgili ihtiyaçları karşılayan nesne, eylem, mekânı kapsayan
her şey: kült eşya, kült alanı, kült ayini vb. gibi; bir grubun tanrı ya da
tanrılarla ilgili inançlar ve ayin gibi dini eylemleri ifade eder) inancı ve bu
inanca göre mimari anıtsal özellikler gösterir. İşlevsel özelliklerin yanında
mimariyi zenginleştiren bezeme ve sembolik anlamlar dikkat çekicidir (Özdoğ
an, 1999, s. 20-21).
Türkiye’deki Tarihöncesi Arkeoloji çalışmaları çok sayıda neolitik yerleşim ortaya
çıkarmıştır. Bu yerleşmelerden bazıları: Diyarbakır/Ergani’deki Çayönü, Urfa
Nevali Çöri, Akarçaytepe ve Teleilat, Konya – Çatalhöyük, Aksaray – Aşıklı Höyük,
Burdur’daki Hacılar ve Höyücek, Bursa/Akçalar Aktopraklık Höyük ve Bursa/İznik
Ilıpınar, İstanbul Pendik ve Kırklareli Aşağı Pınar gibi Neolitik Dönem yerleşimleri
insanlık tarihinin en önemli tarihî mirasları arasında sayılır.
Kentlerin toplumların örgütlenme biçimine göre üretilen ya da ele geçirilen
zenginliklerin ve bu zenginlikleri oluşturan ilişkilerin örgütlendiği ve denetlendiği
merkezlerde ortaya çıktığı söylenebilir (Tuna, 1987, s. 9). Neolitik yerleşimler, bu
özellikler dikkate alındığında birer kent değildir. İlk kentlerin çıktığı ve aynı zamanda
devlet örgütlenmesinin de ilk kez gerçekleştiği dönem Kalkolitik Dönem’dir.
Kalkolitik dönemde ortaya çıkan bu ilk kentler coğrafyası Yakın Doğu,
özellikle de Mezopotamya’dır. Anadolu’dan da bir Kalkolitik Dönem yerleşimi ilk
kentlere örnek verilebilir: Yukarı Fırat bölgesinde yer alan Malatya Arslantepe
Höyük, Kalkolitik dönemin Geç Uruk evresinde (MÖ 4000’nin ikinci yarısı), Fırat
vadisi yoluyla hem Mezopotamya hem de Orta Anadolu kültürleriyle ilişki kuran
önemli bir kent yerleşimidir. Bu bakımdan Mezopotamya kentlerinin genel özellikleri
Arslantepe’de de izlenebilmektedir. Bu yerleşimde, yerel seçkinlerden oluşan
sınıf, politik ve dinsel egemenliğin yanı sıra ekonomiyi, ürünün ve üretimin
idaresini ellerinde tutmaktaydı. Kerpiçten yapılmış anıtsal binaların bulunduğu geniş
alanda saray, tapınak ve artı ürünün depolandığı binalar bir arada yapılmıştı
r. Ayrıca çok sayıdaki mühür baskı bulunması idari etkinliklerin yoğunluğu ile
malları depodan alma ve mühürleme yetkisi olan çok sayıda memurun çalıştığı bir
organizasyonu gösterir. Zengin duvar bezemeleri merkezî idarenin gücünü meşrulaştı
ran bir işlev görmektedir. Arslantepe arkeolojik kazılarının bu sonuçları, etkinliklerin
merkezîleştirildiği, kayıt amacıyla etkin bir mühürleme sisteminin kullanı
ldığı ve giderek bürokrasinin geliştiği, güçlü siyasî ve dinî kurumları olan bir
devlet sistemini işaret etmektedir. Yerleşmenin şziki yapısı da dinî, iktisadi ve idari
etkinlikler için anıtsal boyutlarda bir alan ile konut örneklerinden oluşmuştur
(Frangipane, 1999, s. 60-62).
Arkeolojinin tanımladığı tarihsel dönemler nelerdir?
Gordon Childe, MÖ 3000 yıllarında Mısır, Mezopotamya ve İndüs vadisinde ortaya
çıkan toplumsal değişikleri “kentsel devrim” olarak adlandırmaktadır. Childe’a
göre, bu tarihlerde artık söz konusu olan basit çiftliklerden oluşan küçük toplulukları
n köy yerleşimlerinden tümüyle farklı olarak kurumlarını oluşturmuş kentlerle
birlikte ortaya çıkan devlet organizasyonları vardır. Childe, dinî kurumlarını da
oluşturan devletin “melek ve sınışarı” içerdiği söyler (Childe, 1986, s. 146). Bu yeni
kentler kapladıkları alan ve nüfus bakımından büyük ve kalabalıktır. Daha da önemlisi,
kentsel bir özellik olarak toplumsal işbölümü oluşmuş ve sadece tarımsal üretime
dayanmayan üretim biçimleri gelişmiş, uzmanlaşmış meslek ve yönetim kadroları
oluşmuştur: Rahipler, prensler, profesyonel askerler, birçok alanda uzmanlaşmış
zanaatkâr ve memurlar bu kadroda sayılabilecek kesimlerdir. Kentsel devrim aynı
zamanda bürokratik devrimdir. Bu devrimle “toplumdan daha kuvvetli bir devlet”
ve sınırsız güce sahip doğu despotları ortaya çıkmıştır (Bumin, 1990, s. 23-24).
Bu kentlerin şziki çevresini belirleyen kent bölümleri ise, surlarla çevrili kutsal
temenos alanı ile bunun çevresinde yer alan zanaatkârların üretim yaptıkları ticaret
ve konut alanlarından oluşur. Bu kentlerin merkezi, kent tanrıların tapınaklarını
içeren bir kaledir (Bumin, 1990, s. 23). Daha önce kent surlarının içinde kalanlar
ve kalmayanlar arasında olan hiyerarşik yapı, toplumda işbölümünün gelişmesiyle
artık kent içinde de ortaya çıkmış ve kentsel alanda ikili bir mekânsal yapı ortaya
çıkmıştır. Kısaca insan-doğa ilişkisinin dönüşerek artık insan-insan ilişkisinin başlangı
cını oluşturan bu kentler, aynı zamanda insan düşünce sisteminin de başlangı
cını oluşturan mitolojik düşüncenin etkisiyle; kentin ve kent yöneticilerinin de
kutsallaştığı bir mekân olmuştur (Mazı, 2008, s. 36-37)
Temenos alanı (tapınak ve kült yerlerini içeren kutsal alan), içinde yönetim ve
dini binalarını barındırdığı için en önemli kentsel bölümdür. Bu bölümde üç yapı
dikkat çekicidir: Tapınak, saray ve artı ürünler için anıtsal ambar. Kentlerde ortaya
çıkan kurumsallaşmış din, kralın kimliğinde somutlaşmıştır ve toplumsal olarak
da önemli bir rol oynamaktadır. Tanrılardan krala geçen kutsallık, kralın tek
otorite olmasını meşrulaştırır. “Tanrı-krallar” başka hiç bir iktidar ortaklığı tanımlayacak
biçimde tinsel olanla cismani olanı kendi bedenlerinde birleştirirler. İlginçtir,
tanrılar da bu krallara kentler bağışlamaktadır. Mısır’da şravun, tanrı ya da
tanrının oğludur. Sümer kralı annesinin karnında kutsal değer, güç ve bilgelikle
donatılır. Doğumundan sonra da tanrı tarafından beslenip büyütülür. Tanrı-kralın
kendisi, kenti ve ülkesi için yapılacak her şey, artık dinî motişerle bezenmiş haklı
ve kutsal bir iştir. Bu dönemde savaşlar da kurumlaşır. Erich From’un sözleriyle
“bir kurum olarak savaş, tıpkı krallık ya da bürokrasi gibi İÖ 3000 yılları dolayları
nda yapılan yeni bir icattı” (Bumin, 1990, s. 25).
Sonuç olarak, söz konusu tarihlerde gelişen doğu uygarlıklarının kentler üzerinde
kurulduğu söylenebilir. Bu uygarlıklar şaşırtıcı bir biçimde işbölümü ve planlamaya
dayalı çalışma düzeni kurmuş; yazıyı, matematiği, yıldızları gözleyip takvim
hazırlamayı, tekerlikli kağnıyı, karasabanı bulmuştur. Tapınaklarda gözlemevi,
kütüphane ve okul bulunurken, kent her bakımdan çok iyi planlanmış bir karakter
sunmaktaydı.