Henri Lefebvre (1901-1991): Toplumsal Ürün Olarak Mekân – ÇAĞDAŞ KENT SOSYOLOJİSİ KURAMLARI
Lefebvre’ye (1991) göre, mekân üretim ilişkilerini ve yeniden üretimin toplumsal
ilişkilerini içermektedir. Lefebvre’ye göre, mekân toplumsal bir üründür ve her
üretim biçimi kendi mekânını üretmektedir. Böylece, mekânın üretim sürecinde
yaratılan yeni mekânlar aynı zamanda yeni toplumsal ilişkiler oluşturmaktadır. Kapitalizm,
mekân üretiminde, kendi temsillerini yapılı bir çevre aracılığıyla inşa etmektedir
ve mekânsal pratikler bu temsiller ile toplumsal ilişkiler arasındaki etkileşim
sonucunda oluşmaktadır. Lefebvre’ye göre kent planlaması ve şehircilik, kapitalizmin
stratejik araçları olmaktadır (Koçak, 2008, s.223).
Lefebvre (1991), klasik kent planlamasının “mekânın toplumsal olarak üretildi-
ği” gerçeğini göz ardı ettiğini dile getirmiştir. Kent planlamasının, mekânı “saf,
apolitik, nesnel, yansız, bilimsel ve masum bir çalışma nesnesi” olarak görmesini
‘ideolojik’ bir yaklaşım olarak eleştirmektedir. Lefebvre’ye göre “mekân, ideoloji ya
da siyasetten arındırılmış bilimsel bir nesne değildir; her zaman politik ve stratejik
olmuştur. Eleştirel bir mekân bilimi verili bir mekânın nasıl ve hangi stratejiye gö-
Lefebvre, mekânın
toplumsal değerler ve
anlamlara dayalı olan ve
mekânsal algı ve
uygulamaları belirleyen bir
toplumsal ürün olduğunu
savunur. Kent mekânının bu
toplumsal üretimin
toplumun kendini tekrar
üretmesi açısından son
derece önemli olduğunu ve
farklı sosyal sistemlerde
farklı biçimler aldığını
belirtir.
re üretilmiş olduğunu tanımlamalıdır. Ayrıca, verili bir mekânın içerdiklerini, bir
başka deyişle bu mekânı kullanan insanları, belki de o mekânın şziksel biçimine
ya da işlevine karşı durmuş insanları dikkate alan bir bilimsel çalışma alanı olmalı
dır” (Lefebvre, 1976; Alkan ve Duru: s.2-3). Sonuç olarak Lefebvre’e göre, sosyal
faaliyetler, mekân ve etkileşim birbirine bağlıdır. Sosyal etkileşim için mekân kullanı
lmaktadır ama bu etkileşimler aynı zamanda mekânı üretirler.
Lefebvre’in de ısrarla tartıştığı gibi, kapitalizm mekâna yerleşerek ve mekânı
üreterek kendisini değişen koşullar altında sürdürülebilir kılmaktadır. Lefebvre’in
özgün söylemi de, bu çerçevede anlam kazanmaktadır. Ona göre birincil ödev,
mülkiyet ilişkilerinin kapitalist düzeneğin sürdürülebilirliğindeki etkin rolünün
kavranması ve gündelik hayatın, mekânın kökten dönüşümüyle doğrudan ilintili
olduğunun teyit edilmesidir (Sargın, 2008, s.50).
Lefebvre’ye göre önemli olan, mekânın kapitalist toplumda nasıl üretildiği ve bu üretim
sürecinde ortaya çıkan çelişkilerin analizidir. Lefebvre, Marx’ın tanımladığı kapitalist
üretim ilişkileri ve üretim güçleri arasındaki çelişkinin kentsel mekânda farklı bir boyuta
ulaştığını ifade etmektedir (Aslanoğlu, 1998). Buna göre, sermaye, mekâna farklı
bir işlevsellik kazandırmaktadır. Kapitalist gelişme içinde, sermaye mekânı bir
meta haline getirmektedir. Mekân bu anlamda, coğraş ve edilgen bir alan olmaktan
uzaklaşmış ve işlevsellik kazanmıştır. Lefebvre’ye göre, kapitalizm, malların mekânsal
yerleşmede üretildiği bir aşamadan, mekânın kendisinin kıt bir kaynak olarak üretildiğ
i bir sisteme dönüşmüştür. Böylece mekânın kapitalist üretimi, artık değer yaratı-
mı ve kâr elde etmede etkili hale gelen bir metaya dönüşmüştür.
Sanayiden, kent kaynaklı modern kapitalist üretime dönüşüm Lefebvre’nin kentsel
devrim dediği süreci anlatmaktadır. Kentsel devrim kavramı kentin şziksel mekânı
yla sınırlı olmayıp, genel anlamda bir kentli yaşam biçimini de içermektedir.
Kent, Lefebvre’ye göre birbiri ile ilişkili üç kavramla tanımlanmaktadır: mekân,
günlük hayat ve kapitalist sosyal ilişkilerin yeniden üretimi. Bu anlamda
kent, üretim ilişkilerinin insanların gündelik hayat deneyimlerinde yeniden üretildi-
ği bir küresel mekânsal bağlam olarak ifade edilmektedir. Kapitalist sosyal ilişkiler,
mekânın günlük kullanımı içinde yeniden üretilmektedir (Aslanoğlu, 1998, s. 67).
Lefebvre, sermaye sahiplerinin kapitalist sermaye birikim süreçlerinin geçtiğimiz
yüzyıl içine girdiği kriz1eri mekânı kullanarak çözdüğünü söylemektedir.
Lefebvre, burjuvazinin kent mekânını nasıl başarı ile kullandığını ve bunun da nası
l kapitalizmin (Engels’in öngörüsünün tersine), ayakta kalmasını sağladığını vurgulamaktadı
r. “Kapitalizm kendi iç çelişkilerini bir asırdır çözmese bile haşşetmeyi
başarmış ve sonuçta, Marx’ın Kapital’i yazışından günümüze geçen yüzyıllık sürede
büyümeyi gerçekleştirmiştir. Bu durumun maliyetinin ne olduğunu hesaplayamayı
z ancak, nasıl bir araçla gerçekleştirildiğini biliyoruz: Mekânı işgal ederek
ve mekânlar üreterek” (Lefebvre, 1976, s.21; şengül, 2001, s.14).
Lefebvre’in bu değerlendirmesi, Marksistlerin kent mekânına bakışı açısından
önemli bir kırılmaya işaret etmektedir. Çünkü Lefebvre’in kendi sözleriyle, “günümüzde
üretimin analizi göstermiştir ki, şeylerin (metaların) mekânda üretiminden
mekânın kendisinin (meta olarak) üretimine geçmiş bulunuyoruz” (1991, s.285).
Marksist araştırmacıların hemen hepsi için mekân, kapitalist üretimin yapıldığı bir
yer olarak değerlendirilmiştir. Oysa geçtiğimiz yüzyıl boyunca, kapitalizm, mekânı
n kendisini keşfedip metalaştırmış ve Marx ve Engels’in beklediği kriz de en
azından uzunca bir süre için aşılabilmiştir (şengül, 2001, s.15).
Lefebvre’ye göre, kapitalizm için mekânın somut kullanım değeri değil, soyut
yani değişim değeri önemlidir. Somut mekân kavramı günlük yaşam pratik-
Lefebvre, mekânın üretim
sürecinde, yeni mekânların,
yeni toplumsal ilişkiler
oluşturduğunu iddia
etmektedir.
Marksist yaklaşım içinde ilk
defa Lefebvre kentsel mekân
kavramının dışında mekân
kavramını tek başına
kullanmaktadır.
Lefebvre’e göre, kapitalizm,
kendi iç çelişkilerini ve
karşılaştığı krizleri
mekânları işgal ederek ve
yeni mekânlar üreterek
yumuşatmayı becerebilmiş
ve ‘büyümede’ başarılı
olmuştur.
Sermaye, kent mekânını
sadece üretimin yapıldığı bir
mekân olarak görmemiştir,
aynı zamanda mekânın
kendisini alınır-satılır bir
rant aracına yani metaya
dönüştürmüştür.
lerimizi gerçekleştirdiğimiz, üzerinde yaşamımızı sürdürdüğümüz, ihtiyaçlarımızı
karşıladığımız ve kullanım değerine sahip mekâna işaret etmektedir. Soyut mekân
kavramı ise mekânı şziksel bir parsel olarak kullanım değeri olarak değil,
üzerinden kâr ve rant sağlanacak bir araç olarak görmektedir. Mekânın tarihsel
üretimi, kullanımı ve temsil ettiği sosyal değerlerin kendi başına önemi yoktur.
Bunlar, ancak söz konusu mekânın değişim değerine katkıda bulundukları sürece
önemlidir. Birbirinden çok farklı tarihsellikleri olan mekânlar, kapitalizm açısından,
pazarda alınıp satılan soyut birer parsel ya da binadan başka bir şey değildir.
Lefebvre, temelde devlet ve yatırımcıların kâr için yatırım yaptıkları mekânı soyut
mekân olarak adlandırırken, gündelik hayatta kullanılan mekânı ise somut
mekân olarak ifade etmektedir. Lefebvre, üretim alanındaki çelişkilerin kapitalizmin
tek çelişkisi olmadığını, yeniden üretim ve günlük yaşam mekânındaki çelişkilerin
de önemsemesi gerektiğini savunmaktadır. Lefebvre bir yandan kapitalist birikim
süreçlerinin mekânsallığını ve kapitalizmin mekânı içselleştirip soyut hale getirerek
kullanılmasını vurgularken, diğer yandan da bu tür bir mekânsallığın sadece
üretim ve dolaşım için değil, aynı zamanda yeniden üretim süreçleri için de geçerli
olduğunun altını çizmektedir. Bu, çalışan sınışarın stratejileri açısından yeni açı-
lımlar sağlayan bir formasyondur. Lefebvre’ye göre, mücadelenin üretim alanında
sıkışmayıp, yeniden üretim alanına ve günlük yaşama yönelik olarak genişletilmesi
sosyalist bir toplumun ve mekânın kuruluşunun da ön şartıdır. Diğer bir anlatımla,
bu yaklaşıma göre, nasıl kapitalizm mekânı keşfedip kullandıysa sosyalistler de
benzer bir görevle karşı karşıyadır. şengül’e göre (2001, s.16), Lefebvre’nin yaklaşı-
mının temel zayışığı da bu noktadır. Çünkü sosyalist mekânın farklılıkların mekânı
olacağını söyleyen Lefebvre, nasıl olup da bir dizi farklılığın kapitalizmin ortadan
kaldırılmasına yönelik bir projede bir araya getirilebileceğini açıklamamaktadır.
Ayrıca, Henri Lefebvre 1960’ların sonları ve 1970’li yılların başlarında kent sorununa
yeni bir yaklaşım getirerek, Harvey ve Castells ile birlikte kentsel haklar
konusunda ciddi katkılarda bulunmuştur. Kentsel yerel topluluk temelli hareketler
her üç düşünürün şkirlerinin biçimlenmesinde öncü rol oynamıştır. Toplumsal hareketlerin
ekonomik-politik anlamını Marksist bir anlayışla ve sınıf temelli bir çözümleme
ile çalışmalarının odak noktasına yerleştirmişlerdir. Lefebvre’nin teorik
çerçevesini çizdiği bakışla kentsel hak, kent kaynaklarına ulaşma ve kentsel kararlara
bireysel katılım özgürlüğünden çok, kenti değiştirecek kişilerin kendilerini de-
ğiştirme perspektişnde değerlendirmektedir (Güler, 2011). Lefebvre, siyasal iktidarları
n kentsel örgütlenmeyi, kentsel örgütlenmenin ise insan yerleşimlerini belirleyebileceğ
ini düşünmektedir. Mekân üçlü sınışandırmaya göre açıklamaktadır:
Algılanan mekân, tasarlanan mekân ve yaşanılan mekân.
• Algılanan (perceived) mekân görece nesnel, insanların günlük yaşam
çevrelerini içeren somut bir mekândır. Algılanan mekânsal pratik ampirik
olarak görülebilir ve gözlemlenebilirdir. Diğer tüm sosyal pratikler gibi mekânsal
pratik kavramsallaştırılmadan önce doğrudan yaşanır. Sosyal ve mekânsal
pratik, gerçekliktir.
• Tasarlanan (conceived) mekân, mekânın zihinsel yorumudur. Kavramsallaştı
rılan ya da soyut mekândır; diğer bir deyişle, mekânın temsilidir. Bu
soyutlamalar bireylerin sosyal ve politik pratiklerinde önemli bir rol oynarlar.
Bu mekân, uzmanlar, planlamacılar, sosyal mühendis ve bu alanda çalı-
şan diğer uzmanların tasavvur ettiği mekândır. Soyut mekân mevcut üretim
tarzının egemen mekânıdır.
Lefebvre’e göre kapitalizmin
yirminci yüzyılı
görebilmesinde, kent
mekânını keşfetmesinin ve
kenti metalaştırarak
kullanmasının önemli bir
payı vardır.
• Yaşanılan (lived) mekân ise görülen ve tasarlanan mekânın karışık bir
kombinasyonudur ve kişinin günlük hayatındaki gerçek mekân deneyimini
temsil eder. Doğrudan ilişkili görüntüler ve semboller yoluyla yaşanır. Doğrudan
deneyimlenen sosyal mekândır. Yaşanılan mekân sadece sosyal hayatın
geçtiği edilgen bir sahne değil, aynı zamanda sosyal hayatın tamamlayıcı bir
unsurunu temsil etmektedir. Bu nedenle, sosyal ilişkiler ve yaşanılan mekân
günlük hayatta kaçınılmaz bir şekilde birbirine bağlıdır (Güler, 2011, s.54).
Lefebvre’ye göre kentsel mekânın üretimi, zorunlu olarak ona bağlı olan sosyal
ilişkilerin yeniden üretimini de içermekte ve bu bağlamda kentsel mekânın üretimi,
kentin sadece şziksel mekânının planlamasından daha fazla olarak kent hayatı
nın tüm yönlerinin üretimi ve yeniden üretimini içermektedir (Lefebvre, 1991,
s.367). Lefebvre’den bu yana coğrafyacılar, kent planlamacıları, kent bilimcileri,
belediyeler, sivil toplum örgütleri, kentsel çalışmalarda sadece kent sakinlerinin
heterojenliği ile ilgili değil, aynı zamanda kentsel haklarda formüle edilen kentli
haklarının korunmasına yönelik çalışmalar da bulunmaktadırlar.
Özetle, Lefebvre soyut mekânı açıklarken onun, toplumsal olan üzerindeki belirleyici
etkisini vurgulamaktadır. Ayrıca, sosyal-mekânsal farklılıkların, mekânın
toplumsal ürünü olduğu düşüncesini ortaya koymaktadır. Sosyal ve mekânsal olanı
birbirlerine ait ve parçası olarak diyalektik bir yaklaşım içinde ele almaktadır
(Özdemir, 2011). Lefebvre’ye göre kapitalist gelişme sürecinde doğal mekân sosyo-
ekonomik şartlarda kıt bir metaya dönüşmüştür. Kapitalizm, Lefebvre’nin ısrarla
belirttiği gibi, yalnızca mekân üreterek değil ama aynı zamanda mekân üzerinde
üstün bir egemenlik kurarak ayakta kalmayı başarmıştır (Akın, 2007, s.67).